27 Mart 2015 Cuma

Geleneksel Çini ve Seramik Sanatında ''Osmanlı Çini ve Seramikleri'' dönemi

Yeniden Merhabalar,
Çinicilik ve Seramik sanatı bilindiği üzere tarihten günümüze değin özellikle bizler yani Türk milletinin en önemli süsleme sanatının başında gelir. Çinicilik Selçuklular ile başlar ve Osmanlılar ile de devam eder. Geçmişten günümüze kadar bir çok camii ve medrese, külliye gibi yapılarda süsleme sanatı olarak kullanılan çini ibadethane mekanlarının yanında aynı zamanda kültürel yapılarda da yoğun olarak kendini gösterir arkadaşlar. Ana bilim dalım Restorasyon olduğu için ''Çini Konservasyonu'' bölümünde okusa idim bu konuda daha detaylı bir bilgi paylaşabilirdim sizlerle. Şimdi isterseniz çaylarımız hazırsa yine bir giriş yapalım ''Geleneksel Çini ve Seramik Sanatında Osmanlı Çini ve Seramikleri'' adlı konumuza...

Türk mimarlığında çininin bezeme düzeni içinde mimarlığa bağlı olarak kullanılışı, İran Büyük Selçukluları ile başlar. Çininin mimarlıkta yoğun biçimde kullanılması ve gelişmesi XIII. yüzyıl sonlarına rastlar. İlk Osmanlı dönemi çinileri renk bakımından daha zengindir. Osmanlı Devleti'nin başkentlerinden biri olan İznik, çini yapımının gelişmesine büyük katkısı olmuş önemli bir merkezdir. İznik'te duvar çiniciliğinde ve seramiklerde yeni teknikler geliştirildiğinden, hızlı ve sürekli bir üretim yapılabilmiştir. XVI. yüzyılın başlarından sonra mozaik ve altın yaldızlı çiniler yerine renkli sır tekniğiyle, kare levhalar halinde üretim yapılmıştır. XVI. yüzyılın ikinci yarısında renkli sır tekniği bırakılarak tüm çiniler sır altı tekniğiyle yapılmaya başlanılmıştır. Sarı ve açık yeşil renkler ortadan kaybolmuş, firuze, mavi, yeşil mercan kırmızısı, açık lacivert ve beyaz renkler egemen olmuştur. Çiniciliğin yanı sıra gelişen seramik sanatından- koruma güçlüğünden örtülü duvar çinilerine oranla daha az sayıda örnek günümüze gelmiştir. Seramik sanatında yapılarda kullanılmak üzere yapılan kandiller çer ağlar, askı kürelerinin yanında kâse tabak sofra takımları ibrik ve sürahi gibi ürünler de ortaya konmuştur. Pişmiş toprak eserler arasında Türk sanatında en geç görülen porselendir. XIX. yüzyılın ortalarında Haliç'te bir porselen fabrikası kurulmuş "Eser-i İstanbul" markalı porselenler üretilmiştir. Biçim ve desen olarak Batı etkisindeki porselenler, ithal edilenlerle rekabet edemediğinden fabrika kapanmıştır. XIX. yüzyıl sonlarında ise II. Abdülhamit tarafından Yıldız Sarayı bahçesinde kurulan Yıldız porselen Fabrikasında, çok kaliteli porselenler üretilmiştir. Günlük işlerde kullanılan çeşitli toprak kaplara genel bir adla keramik ya da seramikdenilir. Çini ve seramik sanatında uygulanan teknikler aynıdır. Çini hamurları kil, kuvarst ve feldspat karışımından meydana gelmiştir. Bazen hamura mermer tozu da karıştırılmıştır. Çini hamurlarının dış yüzeylerine başka bir renk vermek için yapılan kaplamaya astarlama işlemi denir. Renkli kil bulamaçları veya metal oksitlerinin katılmasıyla renklendirilen çini hamurları çok kullanılmıştır. Astar ve çini hamurunun kuruma ve pişme küçülmelerinin birbirine çok yakın olması gerekir. Astar akıtılarak sürülüp kurutulduktan sonra, bezemeler kazıma yoluyla veya astarın üzerine fırçayla çalışarak yapılmıştır. Çini yapımında sırlama işlemi, en basit sır olan silis kurşun oksit çini üzerine sürülüp, gerekli derecede pişirilmesiyle yapılmıştır. Renkli sır için saydam sıra metal oksitleri eklenmiştir. Sır pişirimi daha düşük sıcaklıklarda, fakat uzun sürede yapılarak parlaklık sağlanmıştır. Sır üstü tekniğinde, suyla karıştırılmış renkler pişirilmemiş, ham sırın üzerine uygulandıktan sonra pişirme yapılmıştır. Diğer bir yöntemde ise sır pişirildikten sonra bezeme, sır üstüne daha düşük derecedeki sıcaklıklarda eriyen renkli sırlarla yapılarak düşük sıcaklıkta tekrar fırınlanmıştır. Ayrıca sır üstüne metal oksitlerinden boyalarla bezeme yapılıp fırınlanarak elde edilen madensel çini ve seramiklere de "perdahlı" denilmiştir. Sır altı tekniğinde ise, istenilen renk karışımı doğrudan çini hamuru üzerine uygulanarak bezeme yapılmış, bezemenin üzerine saydam sır akıtılarak pişirilmiştir. Sırlı tuğlalar, önceleri inşaatlarda duvar yapımında diğer tuğla ve kerpiçlerle birlikte örülürdü. Sonraları cepheleri bezemek için renkli olarak hazırlanmış sırlı tuğlalar yan yana motifler oluşturacak biçimde kullanılmıştır. İstenilen bezeme motifi küçük parçalardan değişik boyut ve biçimlerde kesilerek bir düzen içinde uygulandığındın bu tekniğe mozaik çini tekniği denilmiş, XV. yüzyıl başlarına kadar Türkistan ve Anadolu'da uygulanmıştır. Bu tarihten sonra nakışlı, dört veya altı köşeli çini kaplama ve diğer tekniklerle kullanılmıştır. Mozaik tekniğinde üç ayrı yöntem uygulanırdı. Kakma tekniğinde, değişik renkte ayrı çini levhalardan kesilen parçalar, araya getirilerek alçılı yüzeye uygulanmıştır. Kazıma veya sahte mozaik tekniğinde ise tek renkli çinilerin zemini bezeme veya yazıya göre kazılarak çini bir kabartma oluşturulmuştur. Bu tekniklerle yapılan çiniler, yapım sırasında yapı yanındaki şantiyede hazırlanırdı. Mozaik tekniğinin diğer bir uygulamasında ise, çini parçalarına pişirilmeden önce özel biçimi verilmiş veya tek renkli büyük levhalar halinde sıralanıp fırınlandıktan sonra bezemeye göre kesilip birleştirilmişlerdir. Çini teknikleri içinde en zor olan minâi tekniğinde ısıya dayanıklı siyah, altın yaldızlı, kırmızı, kahverengi ve beyaz ise sır üstüne yedi renk bir arada kullanılmıştır. Yüksek ısıya dayanıklı, mavi, patlıcan moru ve yeşil altına, daha düşük uygulanarak tekrar fırınlanmıştır. Çini ve keramikte birkaç renk sır bir arada kullanıldığında sırlar akarak birbirine karışacağından, ilk kez Osmanlılar tarafından XV ve XVI. yüzyılarda bölmeli renkli sır tekniği uygulanmıştır. Bu teknikte desen levha üzerine kazınarak çizildikten sonra çizgilerin oluşturduğu oyuklara konulan madde pişme sonucunda siyah ve hafif kabarık bir durum oluşturduğu oyuklara konulan madde pişme sonucunda siyah ve hafif kabarık çizgilerin meydana getirdiği bölmelerin içine ise, değişik renkte sırlar konurdu. Bu teknikte mavi zemin üzerine beyaz, filizi yeşil, sarı firuze ve kırmızı renkte sırlar konurdu. Teknikte mavi zemin üzerine beyaz filizi yeşil sarı firuze ve kırmızı renkte sırlar kullanılmıştır. Bölmeli teknik daha sonraları Avrupa'da özellikle İspanya'da kullanıldığında çizgilerin içine ayırıcı madde olarak ince iplikler konulmuştur. Osmanlılar ise, bunun yerine fırında çizgilerin içine ayrıca madde olarak ince iplikler konulmuştur. Osmanlılar ise bunun yerine fırında ısındığı zaman kabaran, şekerli olduğu sanılan bir madde kullanmışlardır. 




A-) Teknolojik Çini hamuru:, yaklaşık %40 kaolin (arıkil), %40kuvars ve %20 kireçten meydana gelir. Pişirme 1000 ºC de yapılır.Sır tabakası ise feldispatlı kumla bileşiminde %20 kalay bulunan bir kalay-kurşun alaşımının hacada oksitlenmesiyle hazırlanmış bir ciladır.

B-) Feldispatlı ince çini:Proselen gibi beyaz ve parlaksa da sır geçirmez ve saydam değildir. Bu çini dört maddenin karışımından meydana gelir:

1. piştikçe beyzalaşan ve çamura esneklik veren kil %20-30
2. beyazlığı sağlayan kaolin %25-30
3. çakmaktaşı gibi yağ emici silisli bir madde%25-35
4. feldispatlı bir madde%15-20

Bu karışıma göre hazırlanan çini hamurunda %75 silis, %20 alumin ve %5 alkaliler bulunur.1200-1300 ºC de yapılan birinci pişirmeden sonra genellikle ikinci bir pişirilmiş çini, püskürtme ile sırlanır; sırın pişirilmesi ile harmanlama fırınlarında veya sürekli fırınlarda 1000 ºC de yapılır. Sır kaplamadan önce ince çini üzerine zengin süslemeler işlenir.

C-) Kalkerli ince çini: Günden güne daha az uygulanan bir çini çeşididir.

Çini yapımında 5 ayrı safha uygulanır

1- Şekillendirme: Plastik hamurun döndürülmesi veya sıvı haldeki hamurun alçı kalıplara dökülmesi suretiyle parçalrın şekillendirilmesi.

2- İlk Pişirme: Sırlanmamış parçaların 1200 ile 1300 ºC arasında pişirilmesi.

3- Sırlama: Daldırma, sulama, püskürtme yoluyla veya fırça ile parçaların sırlanması.

4- Süsleme: Sır tabakasının bir fırça yardımı ile canlı ve parlak renklerle süslenmesi.

5- Son Pişirme:.....sırlanmış ve süslenmiş çininin 950-980 ºC de pişirilmesi. Böyle süslemelere, yüksek sıcaklıkta piştiği için “yüksek sıcaklık süslemesi” denir.

Başka bir yapım şekli de ince çini beyaz sırla kaplanıp süslenmeden pişirilir ve sonradan üzeri mat renklerle boyanır; ikinci pişirme “döner alevli izabe fırınlarında” ve daha düşük bir sıcaklıkta yapılır. Bu daha çok Marsilya ve Strasburg’da uygulanır.
Kalaylı sır genellikle, kurşun ve kalay çift oksidi, kuvarslı kum, kaolin ve feldispat, kırmızı kurşun oksit, sodyum karbonat ve deniz kumunun özel fırınlarda ergitilmesiyle elde edilir. Kurşun kalay çift oksidi yerine, miktarları iyice hesaplanarak kırmızı kurşun oksit ve kalay oksit de koyulabilir.


Çini desenlerinin yapılamsında kullanılan teknikler

1- Sıraltı tekniği
2- Sırüstü tekniği
3- Minai tekniği
4- Lüster tekniği
5- Lacvardina tekniği

1- Sıraltı tekniği: Pişmiş toprağın üstüne çekilen ince astar tabakasına süslemeler yapılır, süslerin üstüne sır sürüldükten sonra parça yeniden fırınlanır.Selçuklu ve Osmanlılarda en çok görülen yöntemdir.

2- Sırüstü tekniği: Pişmiş toprak önce mat bir sırla kaplanır; fırınlanmadan önce, parçanın üstüne boyayla süsler yapılır ve bir kez daha pişirilir (perdah işlemi).Selçuklu da çok kullanılmıştır ancan Osmanlı da yetkinliğe ulaşmıştır.

3- Minai tekniği:Anadolu’ da tek renkli desensiz saydam olmayan sırlı çiniler de üretilir. Sıraltı ve sırüsüt tekniklerinin bir arada kullanılmasıyla çok renkli bir yüzey elde edilmesine minai tekniği denir.Bu teknik daha çok İran’da kullanılmıştır.
Perdah, sırın içine maden tozu karıştırılarak yapılır; perdahta en iyi sonuçları veren metaller, sırasıyla altın, gümüş ve bakırdır. Perdahlanan çiniler, madeni parıltılarını yitirmemeleri için, düşük ısılarda fırnlanırlar. Perdah türleri ikiye ayrılır:

A- Minai: ısıya dayanıklı olan renkler sır altında, az dayanıklı olanlarsa sır üstünde kullanılır. Mavi,mor,firuze ve yeşil renkler sır alrında, kiremit kırmızısı, beyaz, kahverengi ve siyah renkler de sır üstüne konularak boyanır ve düşük ısıda fırınlama işlemine sokulur.

B- Sahte Minai: Lacivert sır üstüne renkler işlendikten sonra, düşük ısı altında fırınlama yapılır.

4- Lüster tekniği:Lüster Tekniği: çinide madeni bir pırıltı elde etmek için yaralanılan bir sır üstü uygulamasıdır. Hazır çini plaka genellikle şeffaf olmayan beyaz sırla kaplanıp fırınlandıktan sonra üzeri lüsterle desenlendirilir ve tekrar alçak ısıda fırınlanır.Lüster; gümüş ve bakır oksidin kırmızı veya sarı toprak boyayla birlikte sülfür karışımı ve sirkeyle halledilmesiyle hazırlanır. Fırınlanmadan sonra toprak boya ve maden oksitlerinin çökeleği, çini üzerinde, yeşilimsi sarıdan, kırmızımsı kahverengiye kadar çeşitli tonlarda madeni parıltılı bir desen bırakır. Farklı maden oksit bileşimleri ve lüster tabakasının kalınlığı, değişik renk tonları ve parlaklıklaala çininin yüzeyinde değişik etkiler yaratır. (9-10.yy tekniği Mozopotamya ve Suriyede Abbasi Çinileri)

5- Lacvardina tekniği: Minai tekniğiyle benzerdir ancak tek farkı sadece sır üstü boyama ile desenlendirilir.
Çiniler büyük parçalardan oluşabileceği gibi küçük parçalardan oluşan çini mozaik adını verdiğimiz çiniler , çini levhanın pişirilmeden önce küçük parçalara bölünmesiyle hazırlanır.Selçuklular daha çok mozaik çini yaptılar.Mozaik kaplamalar çok defa geometrik bir süsleme meydana getiriyordu.Bunun en iyi örneklerinde biri Konya Karatay Medresesi ve Alaaddin Camii’dir.

Çinicilikte kullanılan sırrın ana maddesi, kuvars denilen kum, cam, biraz buğday unu ve sudur. Bu maddelerin bir araya getirilip, öğütüldükten sonra eritililerek, içine kurşun katılmasıyla, saydam sır elde edilir; çinko katılmasıyla mat, çeşitli maden oksitlerinin katılmasıyla da renkli sırlar yapılır. Renkli sır tekniğindeki çinilerde, bezemeler, hamur üstüne kazılarak gerçekleştirilir. Hamurun oyulan kesimlerine balmumu ya da bitkisel yağ ile manganez karışımından oluşan bileşim, ayırcı olarak sürülür. Sonra her parça ayrı ayrı, istenilen renkte sırlanarak fırınlanır. Kabartma tekniğiyle hazırlanan çiniler daha çok yazıların yapımında kullanılır. Sır altına kabartma olarak hazırlanan yazı örnekleri (şablon), perdah ya da normal sırla sırlanarak üstü yazılı çini elde edilir.
Mozaik biçimindeki çiniyse, sıraltı tekniğiyle hazırlanır; renkli sıra batırılan parçalar, istenen biçimlerde kesildikten sonra birleştirilerek mozaik desenli çini elde edilir.


Çininin kısa tarihi

çini ilkin Asya’da yapıldı. Önceleri toprak sırsız ve cilasızdı. içindeki sıvının sızmasını önlemek için ve daha temiz olmasını ağlamak amacıyla cam gibi bir madde ile sıvanması düşünüldü. Bu kaplar maden oksiti ve cam gibi maddelerle sıvanarak pişirilince sırlı kaplar, dayanıklı ve cilalı tuğlalar elde edildi. Tuğlayı dış etkilerden korumak için veya süslemek için ilk olarak Sümerler sırlamışlardır. Sümer ve Asur anıtları cilalı (sırlı) tuğlalalrla kaplıdır. Mısırlılar duvarları,İran’da Dara Sarayı’ndaki duvarlarda bu tuğlalardan kullanılmıştır.Babil Srayalarını süslemede yine bu kalaylı sır tabakası kullanılıyordu. Tuğla da alınan verim sonucunda teknik iyi sonuç verince İran’a sıçradı


Türklerde çinicilik

Abbasiler döneminde canlanan teknik 12.yy. da sonra Türklerin egemen olduğu topraklarda daha da gelişmiştir.Orta Asya Türkleri de çiniyi süsleme unsuru olarak kullandılar. İran’ın 1255’te Moğol istilasına uğraması üzerine birçok sanatçı .Selçuklular’a sığındı ve çiniciliğin Selçuk Türkleri’nde gelişmesinde etkili olmuşlardır..

Beyşehir Kubadabad Sarayı
Sivas Gökmedrese
Erzurum Çifte Minare
Yakutiye Medresesi

12 ve 15 .yy. arası yapılmış en iyi örneklerdir.
Ünlü Arap coğrafyacısı Yakut Hamavi (13.yy.da) en güzel çinilerin Türkistan’da Kaşan şehrinde yapıldığını söyler.
Osmanlılar döneminde yeni çini merkezleri kurulunca (İznik ve Kütahya); Selçuklu çini merkezi Konya önemini yitirdi.
Osmanlı çini sanatı 16.yy. da en yüksek düzeyine erişti: İznik çini ocaklarında kırmızının en parlak tonu elde edildi.
Yapımı 1561 de tamamlanan Mimar Sinan’ın yapıtı Rüstem Paşa Camii’nde kubbeye kadar bütün yüzeyler çini kaplanmıştır. Dönemin en görkemli örneğidir.

Türk çinicilk sanatı 16.yy da Osmanlılarda mozaik çini yerine levha çinileri tercih ettiler.Bu dönemde Bursa, Kütahya ve İznik’te taklidi imkansız çiniler yapıldı.



- Daha sonraları hem sanat hem de teknik açıdan gerilemeye yüz tutan çinicilik gün geçtikçe önemini yitirmeye başladı. 1716 da İznik atölyeleri kapandı ve ertesi yıl Damat İbrahim Paşa İznik’teki çini ustalarını İstanbul’da Tekfur Sarayı çevresinde kurulan imalathanelerde görevlendirmesi çini sanatının eski parlak günlerine dönmesini sağlayamadı.

- Abdülmecid zamanında Beykoz’da

- II.Abdülhamid zamanında Yıldız’da.
çini atölyeleri kuruldu
İznik atelyelerinin kapanmasıyla eski usuller büsbütün unutuldu, teknik bozuldu. Yapılan döşemeler fırında eğriliyor ve pişirme sırasında renkler şeffaflığını kaybediyordu.
Evliya Çelebi (1611-1682) İznikte 9 çini atelyesi bulunduğunu yazar. oysa I.Murat (1360-1389) devrinde atelye sayısı 300 ü bulmuştu.

İlk Bursa çinileri ince bir kaolin tabakasıyla kaplıydı.Kullanılan toprak iyi çini yapmak için gerekli özelliklere sahipti. Sonradan bölmeli denen çiniler yapıldı. Bu metoda göre çini levhalar üstüne bir cila ile çizgi ve işaretler çizilir, pişirilir. Bölmeler renkle doldurularak tekrar pişirilirdi. Çini yapımında gerekli kaolin Kütahya’da bol olduğu için çinileriyle tanınmıştır.
Sultan 3.Murat (1574-1595) döneminde bütün yapılarda İznik çinileri kullanıldığı için ihtiyaç çok fazlalaşmış, saray baş mimarı Davut Ağa, özel kişilere çini satılmasını yasaklamak zorunda kalmıştır.Çinicilik en yüksek seviyesine Kanuni Sultan Süleyman (1520-1566) döneminde ulaşmıştır.


16.yy.’ın sonu ile 17.yy.’ın başkalarında üretilen çini ve seramiklerde, renk sayısının arttığı gözlenir. En belirgin özellikleri de, sırlatında hafif kabarık mercan kırmızısı kullanılmış olmasıdır. Osmanlı süsleme sanatının en üstün yaratıcılığına örnek sayılan üst düzeyde bir çiçek üsluplaştırılması gelişmiştir. Lale, karanfil, sümbül, menekşe, nar çiçekleri, bahar dalları, üzüm salkımları ve asma yapraklarının desen olarak kullanıldığı çini ve seramikler, doğadan bir kesit yansıtırlar. Ayrıca hayvan figürlü çiniler de bu dönemde üretilmiştir. Bezemeler çoğunlukla siyah kenar çizgileriyle çevrilidir. Ayrıca bu dönemde tabak, kase, vazo, kandil, kupa, sürahi, ibrik gibi değişik türden eşyalar da aynı özelliklerde üretilmişlerdir.

Bu dönem çinilerinin yer aldığı Rüstem Paşa Camii (1561) çini bezemelerinde , ilgi çekici bir uygulama görülür. Bizans yapılarında çini mozaikler yalnızca bütün bir yüzeyi kaplarken, bu camide kaplama kubbeye kadar sürdürlmüş böylece Osmanlı mimarisinde çininin, bütün bir yapıyı bir renk cümbüşü içinde kuşattığı yeni bir süsleme oluşturmuşturulmuştur. Bu türde bir uygulama hiçbir dinsel yapıda yenilenmemiştir.
             

17.yy. da egemen olan renk hafif maviye çalan bir yeşildir. Dönemin sonuna doğru belirginlik kazanan motifse servidir.

Avrupa’ya gönderilen ,Türk çinileri batının seramik sanatını büyük çapta etkilemiştir. Çinilerin rengi solgun sarı-badem yeşili iken bu ihraç döneminde çimen yeşili ile Türk kırmızısı denilen domates kırmızısına dönüşmeye başlamıştır. Süleymaniye ve Rüstempaşa Camii Türk çiniciliğinin en güzel örneklerini sergiler.

Osmanlılarda seramik iki kısma ayrılırdı.

1. pişmiş topraktan yapılmış sırsız veya cilasız seramik (çömlek)

2. kaşi veya çini denilen sırlı, cilalı çini.

Türk çiniciliğinin uzantısı sayılan Kütahya’da iç ve dış pazara yönelik üretim yapılmaktadır.

Yüzyıllara Göre Çininin Önemi

- 15..yy ın ikinci yarısında büyük gelişme gösteren Kütahya çiniciliği kendine özgü motifleriyle İznik’ten ayrılmıştır.

- 17.yy ın en iyi örneği Sultan Ahmet Camii’dir. Mercan kırmızısı renk yerini tatlı yeşile bırakmıştır.

- 17.yy daki mimarlık alanındaki durgunluk çiniciliğinde gerilemesine neden olmuştur. İznik ve Kütahya’da kurulmuş olan çini atelyelerinin üretimi azaldı, çinilerin niteliği bozuldu,

- 18.yy da yapılmış olan çeşme ve camilerin bazılarında solgun renkli, bozuk sırlı çinilerden gerileme farkedilmektedir.


- 18.yy ın başında İstanbul Tekfur Sarayı’nda kurulan çini atelyesinin çiniciliğe bir katkısı olmamıştır. Çinicilikteki bu gerileme çeşitli Avrupa ülkelerinden getirtilen yabancı çinilerin rekabetinin de etkisi olmuştur.




- 19.yy. ın başlarında gerileme sürmüştür. Haliç’te kurulan çini fabrikasının üretimi buna engel olamamıştır.19.yy ın sonlarında I.Ulusal Mimari dönemi ile mimarideki eskiye dönüş nedeniyle yeniden çininin kullanıması çiniciliğe kısa süren bir canlılık getirmiştir.



- Günümüzde çini sanatı eski renk ve desenleri yeniden ele almakta, bu yolda arayışlarını sürdürmektedir. Türkiye’de Kütahya çiniciliğin tek merkezidir.



Share:

25 Mart 2015 Çarşamba

Günümüz Mimarisini Doğaya Uydurma Çabası ile ''Frank Gehry''

Esselamu Aleyküm ve Rahmetullah,

Yeniden merhabalar herkesler, çok azımızın sahip çıktığı pek çoğumuzun bilinçsizce kirlettiği dünyamız. Aslında ne kadar güzel bir çehresi, şemaili var değil mi? Ilık bir okyanus maviliğinde kimi yeri esmer, kimi yeri sarışın bir toprak parçası ve yeşilin her tonunu gördüğümüz kimisi kıvırcık (Türkiye) :) kimisi dikenli,(Almanya) :) kimisi dalgalı saçları ile örtünür.(İrlanda) kimisi ise keldir (Afrika) :)) tebessümü bol bir muhabbet tadında geçsin istediğim yazılarımı mazur görün çünkü o kadar kirli ve kötü yaşanan olaylar varken dünyada belki de en  iyi seçenektir gülmek. Evet çaylar hazırsa ilk yudumdan önce gelen Besmele ile başlıyoruz yazımıza...

Kendimce baktığımda, aslında mimarlık ne kadar alından, her bir akımın bir tarafa sürüklediği sürekli ve kısa sürelerde değişebilen bir meslektir aslında. Bu  konuda ne demek istediğimi aslında mimarlığın kronolojisini incelediğinizde yada varsa aramızda bilen usta mimar büyüklerimiz anlayacaklardır. Mimarlığın en antik tarihinden günümüze kadar pek çok kez değişmiştir. gelişmiştir ve değişecektir de fakat özellikle milenyum yılı denilen 2000'li yıllardan sonra mimarlık mesleğinin, eğitiminin ve tasarımın gelişmesinde çevre faktörü tarihinde belki de hiç olmadığı kadar önem kazandı. Peki, nedir bu çevre faktörü... neden bu kadar etkilenmiştir'i konuşalım istiyorum. Özellikle bu konuda biz mimarlar ve halkların bir suçu yok aslında. bu etkilenmenin ve değişimin asıl sebebi bugüne kadar olduğu her zaman kendi çıkarlarını düşünen devletler ve onların bencil politikaları olmuştur. Bilimi geliştirmek isterken düşünmeden yapılan doğa harcamaları. Galaksi maceraları, insanların dilindeki ''Ozon tabakası delindi'' denilen aslında mantıksal ve bilimsel olan bir yanlış algılama. söz konusu bunu da burada düzeltmek istiyorum. Arkadaşlar ozon tabakası delinmez sadece incelir. eğer ozon tabakası delinse idi şu an bunları konuşuyor olmazdık. her ne ise bütün bu etkenlerden sonra doğayı koruyabilmek, en azından gelecek nesile miras bırakabilmek adına bu etkenler mimarlığı da etkiledi. Günümüzde ''Yeşil Mimarlık'' diye tercüme edilen yada ''Ekolojik Tasarım'' gibi yeni yeni dönüşümlü ve doğa destekçisi bir akım başlamış durumda. bu akım özellikle bugüne kadar olduğu gibi bugünden sonra da mimarlığın doğa ile bütünsel bir sanat olduğunu anlarız. Kendi bakış açımdan şunu savunabilirim. ''Mimarisiz bir doğa olabilir Ama doğasız bir mimari düşünülemez.'' bu tezime karşı çıkanlar olabilir ama olaya mantıksal boyutundan baktığımızda eğer doğasız bir mimari düşünse idik, ne peyzaj mimarlığı fakültelerimiz olurdu. ne belediyelerde ayrık nizam yapılarda minimum %30 - %40 yeşil alan zorunluluğu kanunlarını eklerdik. Bugün son 10 yılda yoğunluk kazanan dünyaca ünlü projeler de görüyoruz ki Yeşil Mimarlık akımından özellikle etkilenmiş. Ben ben bugün burada ünlü bir mimar olan Frank Gehry'nin yine kendisi gibi ünlü tüzel kişilik olan günümüz internet sosyal ağ olarak tanımlanan en güçlü organı Facebook'un Amerika'nın Kaliforniya eyaleti'nin Menlo Park şehri için tasarlamış olduğu yeni ofis binası. Açıkçası maketini ve projesini görünce yüzümde bir anlık tebessüm belirmedi değil, zira çok hoş bir çalışmanın ürünü olduğu ortada.


Pojenin planında görüldüğü gibi ünlü mimar yine kendine has çizgilerini korumuş. Peki nerede bu projede Yeşil Mimarlık diyebilirsiniz bu sesleri duyar gibiyim :) hemen alt görselimize bakabilirsek


Burada ünlü mimarın ne düşündüğünü tam olarak bu açıdan görmek mümkün olacak. Özellikle bu görseli biraz yorumlamak istiyorum çünkü öyle bir bütünleşme var ki çevre ile yeşili baş tacı yapmış :) ve eminim bu projenin ne olduğunu söylemesek de bir öngörü istese idik bir kaç insandan zannediyorum çoğu ''Çocuklar için bir Oyun alanı, Ziraat Fakültesi'' gibi öngörülerde bulunurdu. Nitekim doğrudur o kadar da uzak değildir tahminler. Bu eser aynı zamanda Facebook çalışanlarının bir eğlence merkezi, yemek dünyası, kafeler, dinlenme alanları gibi pek çok sosyal merkezi de içinde barındırıyor. Zannediyorum kimin Brief'i oldu yada sayın Gehry kendisi mi böyle bir tasarım yaptı bilmiyorum ama çalışanlarının dinlenme saatlerine ve sosyal hayatlarına özen gösterdiği için Facebook'a yada sayın Zuckerberg'e, Doğayı başcı be mimari ile daha bütünsel bir tasarıma kavuşturduğu için de sayın Gehry'e teşekkür etmek gerekmez mi?






Evet... şimdilik bu kadar yakında restorasyon uygulamaları ve post-modernizm akımından etkilenerek hazırladığım bir kaç yazı ile yeniden size yazacağım...

Bakü'den sevgilerle / from Baku with Love

Ziya Aslan

Share:

6 Mart 2015 Cuma

Gobekli Tepe Pre-Historic Settlements of Turkey - The World's First Temple


Esselamu Aleyküm ve Rahmetullah...


Selamlar dostlar, bu yayınımızda bizim Mimarlık'ta ''Pre-Historic Settlements'' dediğimiz ''Tarih Öncesi Yerleşim Yerleri'' konusu adı altında dünyanın şuana kadar keşfedilmiş en eski yerleşim yerlerine dair Mimarlık Tarihi dersi için hazırlamış olduğum slayt gösterisini sunuyorum. Mimarlık fakültesi öğrenim dili ingilizce olduğu için slaytların hepsi ingilizce bu yüzden anlamadığınız bir bölüm yada konu olursa yorum olarak sorularınızı sorabilirsiniz.


Saygılarımla,






























Share:

Greek Architecture Columns Types




Esselamu Aleyküm ve Rahmetullah...


Uzunca bir zaman yazmamanın ardından tekrar yeniden görüşmek güzel. bu blog yazımdaki konum Yunan mimarisi kolon tipleri adına üniversite de hazırlamış olduğum bilgilerdir. bu kolonlar üzerine öğretim görevlilerimiz tarafından istenen el çizimi sketchlerimizi de ekledik. Açıkcası en zor tip bana göre Corinthian tipi oldu. çizerken zorlandım. Olumlu ve olumsuz yorumlarınız olursa dinlemekten memnun olurum. :)




Greek Architecture: Doric, Ionic & Corinthian


For the Greeks, temples were not only places to worship the gods but also impressive symbols of their society and culture. They were built as focal points on the highest ground of every city in Greece and the conquered territories around the Mediterranean. Beneath the temples spread public meeting places, civic buildings, gymnasiums, stadiums, theaters, and housing.

Today, the remains of Greek cities can be found in Italy, Sicily, and Turkey. One of the reasons that they have lasted so long is that the Greeks built their temples, amphitheaters, and other major public buildings with limestone and marble. Blocks of stone were held in place by bronze or iron pins set into molten lead — a flexible system that could withstand earthquakes.

Greek architecture followed a highly structured system of proportions that relates individual architectural components to the whole building. This system was developed according to three styles, or orders. Each order consists of an upright support called acolumn that extends from a base at the bottom to a shaft in the middle and a capital at the top — much like the feet, body, and head of the human figure. The capital was often a stylized representation of natural forms, such as animal horns or plant leaves. It, in turn, supports a horizontal element called the entablature, which is divided further into three different parts:

· The architrave (lowest part)

· The frieze (middle)

· The cornice (top)


These elements, in turn, were further elaborated with decorative moldings and ornamentation. Each component of a classical order was sized and arranged according to an overall proportioning system based on the height and diameter of the columns.

The Greeks first constructed their orders with wood, and then switched to stone using the same forms. The ends of the wooden beams holding up the roof, for example, were translated into stone as a decorative element, called atriglyph ("three grooves"), in the entablature above the column capital.


The Greeks started out using only one order per building. But after a few hundred years, they got more creative and sometimes used one order for the exterior and another for the interior. The proportions of the orders were developed over a long period of time — they became lighter and more refined.


Some folks think that the orders are primarily a question of details, moldings, and characteristic capitals. However, in fact, the very concept of order and an overall relationship is really the most important thing here. Each of the orders is a proportional system or a range of proportions for the entire structure.

Doric: Heavy simplicity

The oldest, simplest, and most massive of the three Greek orders is the Doric,which was applied to temples beginning in the 7th century B.C. As shown in Figure 1, columns are placed close together and are often without bases. Their shafts are sculpted with concave curves called flutes. The capitals are plain with a rounded section at the bottom, known as the echinus, and a square at the top, called the abacus. The entablature has a distinctive frieze decorated with vertical channels, or triglyphs. In between the triglyphs are spaces, called metopes, which were commonly sculpted with figures and ornamentation. The frieze is separated from the architrave by a narrow band called the regula. Together, these elements formed a rectangular structure surrounded by a double row of columns that conveyed a bold unity. The Doric order reached its pinnacle of perfection in the Parthenon.






Figure 1: Doric order.


Ionic: The Ionic Sea Scrolls?


The next order to be developed by the Greeks was the Ionic (see Figure 2). It is called Ionic because it developed in the Ionian islands in the 6th century B.C. Roman historian Vitruvius compared this delicate order to a female form, in contrast to the stockier "male" Doric order.
The Ionic was used for smaller buildings and interiors. It's easy to recognize because of the two scrolls, called volutes, on its capital. The volutes may have been based on nautilus shells or animal horns.
Between the volutes is a curved section that is often carved with oval decorations known as egg and dart. Above the capital, the entablature is narrower than the Doric, with a frieze containing a continuous band of sculpture. One of the earliest and most striking examples of the Ionic order is the tiny Temple to Athena Nike at the entrance to the Athens Acropolis. It was designed and built by Callicrates from about 448-421 B.C.



Figure 2: Ionic order.

Corinthian: Leafy but not as popular

The third order is the Corinthian, which wasn't used much by the Greeks. It is named after the city of Corinth, where sculptor Callimachus supposedly invented it by at the end of the 5th century B.C. after he spotted a goblet surrounded by leaves. As shown in Figure 3, the Corinthian is similar to the Ionic order in its base, column, and entablature, but its capital is far more ornate, carved with two tiers of curly acanthus leaves. The oldest known Corinthian column stands inside the 5th-century temple of Apollo Epicurius at Bassae.




Figure 3: Corinthian order.

Compensating for illusions: Straight or curved, who knew?



The Greeks continued to strive for perfection in the appearance of their buildings. To make their columns look straight, they bowed them slightly outward to compensate for the optical illusion that makes vertical lines look curved from a distance. They named this effect entasis, which means "to strain" in Greek.

Relationships between columns, windows, doorways, and other elements were constantly analyzed to find pleasing dimensions that were in harmony with nature and the human body. Symmetry and the unity of parts to the whole were important to Greek architecture, as these elements reflected the democratic city-state pioneered by the Greek civilization.




Share: