Kendine Mimar olmak, yada olmamak. Aslında içinde derin anlam barındıran kısa kelimelerden biri değil mi? Mimarlık fakültesine kayıt olan öğrencilerin çoğunun gözünde parlak bir mimarlık kariyeri, eğlenceli öğrenci hayatı, kültür gezileri, hafta sonu İstanbul Balat'ta bir caddede perspektif çalıştayı, Tiyatro günleri, Sempozyumlar, Olmazsa olmaz Neufert'imiz. vesaire vesaire. Bunlar bizim olmazsa olmazlarımızın başlarında gelir. Öncelikle bizim bu meslekte her insan gibi eblette hayallerimiz ve bu hayallerimizi gerçeğe dönüştürme çalışmalarımızın ne kadar inatçı ve inançlı olduğu gerçeği yatar. Bir çok insan hayal kurar fakat bilindiği gibi pek çoğu bu hayallerini bazen şartlar, bazen imkansızlıklar ve bazen de maymun iştahlılıktan dolayı yarıda bırakıp başka yollara saparlar. Günümüz de benimde gözlemlerimden birisi gittikçe yoğunlaşan bir kendine mimarlık sektörü başladı ki bu çok acı bir durum. Detay çözmekten kaçıp kütlesel ve basit çözümler. Uzun çalışmalar yerine kısa ve anlamsız eskizler. Örneğin; Mimarlıktan yeni mezun her 100 Mimarlık öğrencisinin en az % 30'u okul boyunca ve daha önce staj dışında hiç bu sektörde tecrübe edinmemiştir. Geriye kalan diğer %50'lik kesimin okuldan sonra çalışma hayatına geçiş süreci başlar ve %20'lik kesim de ya aile faktörlerinden dolayı yada bu sektörde daha önce çalışmış tecrübesi zayıf fakat hem mekteb'li hem alay'lı dediğimiz Üniversiteler'de nadir bulunan elmas gibi olan gençler'dir. Türkiye ortalamasına bakıldığında öğrenci yüzdelerinde hep bir ''İnek'' olarak nitelendirilen öğrenci kesimi her ne kadar alay konusu olsa da öğretim görevlileri tarafından istenilen ve en az her sınıfın ihtiyacı olduğu öğrenci tipidir. :)
Gelelim Kendine Mimar... Olmak, yada Olmamak (to be or not to be...) açıkçası İngilizlerin şüphesiz en sevdiğim iki sözünden biridir. Benim bu konudaki yakınmam, Fason proje dediğimiz olay vergisiz, denetimsiz projeci arkadaşlarımızın çoğalmasıdır. bu kesimde çalışan arkadaşlarımız iki gruba ayrılırlar
a- Tecrübeli Mimar b- Tecrübesiz Mimar
a-Tecrübeli Mimar : Bu mimar grubu sektörde daha önce oldukça fazla çalışmış, çevresi geniş, deyim yerinde ise hemen hemen her yerde bir tanıdığı olan insanlardır. bu gruptaki insanları açıkca eleştirmek çok hoş olmaz. Onların tecrübelerinden yararlanmak en akıllıca olan atılım olacaktır. Bu insanların evlerinde bir çalışma odaları olur ve home-ofis sektörünün başlangıcını oluşturan akımın başında gelirler. :) açıkcası düşünüp baktığımda bu akıma öncülük edecek başka bir sektör de göremedim. Bu grubun içindeki mimarların iş görüşme trafiği telefon ve mail'lerden ibarettir. detay anlatmanız gerekmez çünkü çoğu detay bilgisine sahiptirler. tek tuzlu tarafı işin mali boyutudur. :) ve bu konu da da ben haklı olduklarını düşünüyorum.
b-Tecrübesi Mimar: Bu grup işte en zor gruptur. Ölüm grubu diyorum ben bunlara :) özellikleri diğer grupla aynı olup tek farkları tecrübe boyutudur. Fazla detay bilgisine sahip olmazlar biraz fazla anlatmanız gerekir. Bazıları tecrübe ve çevre, bazıları ise daha çok para kazanma edasında oldukları için çok fazla iş kovalarlar ve uykusuz kalırlar. Emeklerine saygım sonsuzdur. Bu grubun öncüleri ise konu başlığımın ana fikrini oluşturan yeni mezun üniversite öğrencileridir. Mezun olduktan sonra yada üniversite zamanında staj görürken işin zorluğunu görmüş ve çalışma şartlarına uygun olmadığını düşün esnek çalışma saatlerini esnek uyku saatiyle karıştıran harici bir saatle değil biyolojik saate göre uyanmayı tercih eden ki bazıları bunu karıştırabiliyor. Düşünün saat 4'te uyanan insanlar biliyorum :))
eve bu iki mimar türünden kısa bilgi verdikten sonra aslında her iki grup için de desteklemediğim tek şey, Vergisizlik ve Denetimsizlik'dir dostlarım. Eğer her mimar ülkesine ve milletine hizmet etmek istiyorsa kanunlar çerçevesinde çalışmalıdır. Evet Seçim sizin, Savaşıp kazanmak da var, kazanamamak da :))
0 yorum:
Yorum Gönder